14 Nisan 2024 02:12

Para, iktisadî hayatta mal ve emeğin mübadelesine imkân sağlayan bir ödeme aracıdır. Diğer bir ifadeyle para, hukûkî anlamda bireyin ihtiyaçlarının temini için tüketilerek istifade edilen, satın alma işlevini yerine getirmeye yarayan şeydir. İslâm hukukçuları parayı “kişinin zimmetinde borç olarak bulunan, tedavül imkânına sahip olan, bir malın bedeli konumunda bulunan, borcun ifası için toplum tarafından kabul edilen, mübadele aracı fonksiyonuna sahip, kamu otoritesince desteklenen şey” olarak tarif etmişlerdir. İslâmî açıdan bir şeyin para olarak kabul edilmesi için nasla sabit olması gerekmez. Paranın fonksiyonlarını yerine getiren her şey, İslâmî açıdan para sayılabilir. Önemli olan eşyaya değer biçmesidir.

Cahiliye döneminde Araplara has bir para birimi yoktu. Yakın devletlerle ticaret bağlarından kaynaklı, Şam’dan Rum altını, İran’dan Fas gümüşü ve Yemen’den Himyer dirhemi sirkülasyonu oluyordu. İslâmiyet geldiğinde Rum altını ve Fas gümüşüyle alışveriş yapılmaya devam edilmiştir. Peygamberimiz yeni bir düzenlemenin iktisâdî hayatı olumsuz etkileyeceği düşüncesinden hareketle İslâmî para bastırmamış, Kureyş’in uygulamakta olduğu para sistemini devam ettirmiştir. Aynı durum Halifeler döneminde de devam etmiş ve onlar da para bastırmayıp Kureyş’in para sistemini kullanmayı sürdürmüşlerdir.

İslâm Hukukunda para denildiğinde ilk olarak “dirhem”, “dinar” ve “dânik” kastedilmektedir. Çünkü para ile ilgili olan İslâmî hükümler bunlar üzerine bina edilmiştir. Bunlardan saf altın olan madeni paraya dinar, gümüşten olana ise dirhem deniliyordu. Gerek fıkıh gerekse tarih kitaplarında kaydedildiğine göre, Emevî halifelerinin beşincisi olan Abdülmelik b. Mervan, ilk resmî İslâm parasını bastırmıştır. Halk tarafından da kabul gören bu paralar uzun zaman tedavülde kalmıştır. Sosyal hayatta düzenin bozulması, iktisâdî hayattaki düzenin bozulmasını da beraberinde getirmiştir. Bunun sonucu olarak kamu harcamalarını karşılamak için altın ve gümüş haricinde bakır veya tunç karışımından “mağşuş para” elde edilmiştir. Abdülmelik b. Mervân’ın para sisteminde getirdiği diğer yenilik, altın ve gümüşe nazaran hakiki değerleri olmayan ancak itibarî bir değer ihtiva eden, küçük ödemelerde kullanılan felsleri bastırmasıdır. En eski İslâmî fels hicrî 87’de basılan bakır sikkedir. Felsler itibârî bir değere sahip olup tedavülde kaldıkları sürece para olarak kıymet ifade ederler.

İslâm devletlerinde madeni paradan kâğıt paraya geçiş 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlamıştır. Kâğıttan elde edilen bu paralar, üstündeki itibârî değeri haricinde hiçbir gerçek kıymeti bulunmamaktadır. Osmanlının Klâsik Dönemde altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerden kesilmiş, bizzat kendisinde bir ekonomik kıymet bulunan meskûkât nev’inden paralar tedavüldeyken, ilki 1840 yılında Abdülmecid zamanında “kâime-i mutebere” basılmıştır. Mübadele aracı olarak mal ve emeğe değer kılması bakımından kâğıt paralar da para olarak kabul edilmiştir. İlk zamanlarda kâğıt para, altın ve gümüşten sikke paraları mevduat olarak verenlere, sarraflarca veya bu işle uğraşanlar tarafından çıkarılan kâğıt çeklerdi. Bu çekler taşıma, kaybolma ya da çalınma durumlarından kaynaklanabilecek birçok zorluk bertaraf edilmiştir. Böylece zamanımızdaki çekler geçmişteki kâğıt çekler gibi altın ve gümüşün yerine geçen kâğıt paranı vazifesini yüklenmiştir. Kullanım kolaylığı sağlaması ve daha güvenli bir koruma imkânı vermesinden dolayı fiziksel bir özellik taşımayan kaydî para yani itibarî paraların kullanımı yaygınlaşmaya başlamıştır. Zamanla mal paradan madenî ve kâğıt paraya, kağıt paradan kripto paraya kadar paranın gelişiminde ortaya çıkan önemli aşamalar yaşanmıştır.